4. Prevantif Onkoloji Sempozyum'undan Çok Önemli Notlar!

T.C. Sağlık Bakanlığı çok önemli bir adımla, sigara bırakma kliniklerine başvuran insanlara, talep edenlere, ücretsiz sigara bırakma desteği vermeye karar verdi, daha altyapısı tam olarak tamamlanmadı.

4. Prevantif Onkoloji Sempozyum'undan Çok Önemli Notlar!

Prof. Dr. İsmail Çelik;


Öncelikle teşekkür ederim, sizin desteklerinizle kanserden korunma kavramı bugünlere geldi, basının sayesinde geldi çünkü, biz akademisyenler aramızda konuşurken bunun halka anlatılması konusunda sizden çok şey öğrendik. Kanser korkutucu bir kelime, tanısıyla birlikte geldiğinde ölümle karışabiliyor. Ölümle birlikte başlayan bir korunma da hiç algılanmıyor. Ben sizinle olan diyaloglarımda kanserden korunmayı halka, doğru bilinen yanlışları nasıl düzeltiriz diye gidiyorduk. Ama sizin katkılarınızla çok önemli bir yere geldik. Nasıl oldu bu katkı, şöyle; bana ilaç firmaları şöyle geliyor, -hocam sizin basın toplantıları ve basın bildirileri çok ilgi çekiyor, biz de destek verebilirmiyiz?- basın versiyonunu kullanabilmek için, bu kadar ses getiren bir kongrede olabilmek için yarışıyorlar. Mesajlarımızı taşımanın belki en önemli aracı sizsiniz, benim de senede bir kez hakkım var, bu toplantıda bir arada olmak için. 


Bu sene bizim için çok hoş bir katılım oldu, sempozyumumuz Sigara Bırakma Eğitim Kursu ile başladı,bu kursun şöyle bir önemi var; T.C. Sağlık Bakanlığı çok önemli bir adımla, sigara bırakma kliniklerine başvuran insanlara, talep edenlere, ücretsiz sigara bırakma desteği vermeye karar verdi, daha altyapısı tam olarak tamamlanmadı. 15 Aralık’ta yürürlüğe girecek, fakat dediler ki, böyle bir programı dağıtmak için Sigara Bırakma Klinikleri bir araya gelip Ankara’da bir pilot çalışma yaparmısınız, dediler bize.


Seve seve dedik, çünkü bizim inanılmaz bir şekilde avantajımız olan bir kavram. Neden, çünkü biz sigara bırakma ilaçlarını reçete ederken, adam reçeteyi alıyor ben eczaneye gittim diyor, parayla satılıyormuş diyor, haklısın şu an yasa öyle değil diyoruz. Oldukça maliyeti olan ilaçlar, ben bunu talep eden insanlara ücretsiz verebileceğimi gördüğüm anda, tabiri caizse üstüne atladım projenin. Mükemmel bir proje olur dedim, Ankara’da Sigara Bırakma Klinikleri bir araya geldik, bu proje ağustos ayı sonuna doğru başladı.


Şöyle bir program yaptık,  Sigara Bırakma Klinikleri bir araya gelirse ve biz, sigara bırakmada ücretsiz ilaç da elimizde olunca, bunu kullanırsak ne yaparız, nasıl bir yol alırız, insanlara nasıl hizmet veririz diyerek Avrupa’da benzeri olmayan bir programa başladık. Bu konuda bizim için en önemli kavram, Sağlık Bakanlığı tarafından bu projenin bize verilmiş olması, bizimle yürütülmesi. 


En önemlisi şöyle bir şeyi başardık, kliniklerin yanı sıra bir de sigara bırakma şeyleri var-ismini özellikle belirtmiyorum- çeşitli isimlerle anılan, içinde ne doktor olan, ne klinisyen olan ne de uygulayabilecek uzman olan insanlar var. Gerçekten bu işi yapan merkezler bir araya gelerek şunu tartıştık, bir kere biz bir arada çalışabiliyor muyuz, -neden bunu söyledim-çünkü, göğüs hastalıkları, onkologlar, kardiyologlar, aile hekimleri, pratisyenler, zordur tek bir şekilde hareket etmesi, bunu başardık biz. Ankara’da Ağustos sonuyla Aralık başı arasında 936 kişiye ücretsiz ilaç desteği sağladık. Bu şu demek değil, biz kapı kapı dolaşıp sigara içen var mı, kaç kişi içiyor gibi değil, biz rutin işimizi yaptık.


Gelenlerden ilacı alabiliriz diyen oluyordu, ücretsiz ilaç desteği isteyenlere, bu ilacı alamıyorum çok pahalı diyenlere bu programı tantıyorduk. 936 kişi aldık, bu niye önemli bir rakam, Hacettepe Üniv. Sigara Bırakma Kliniğinde ben 1 senede 500 kişi alabilmiştim, Ankara’da yaklaşık 2 ayda 1000 kişi aldık. Benim amacım burada rakamı artırmaktan daha çok, sigara bırakmayı önemli bir orana çıkarabilir miyizdi, şu an birinci ay sonuçları elimde, şu an başarı dörtte üçe yakın. 4 kişiden 3’ü bizim sigara bırakma tedavimizi alıp, -gerçekten ben sigarayı bıraktım, gerisine devam edebilirim- düşüncesiyle devam edecek.


Sigara bırakmanın tedavisi en az 3 ay, tercih edenlere ya da bizim gerekli gördüklerimize 6 ay sürüyor. Biz ciddi bir başarı sağladık, dünyada yüzde 30-40’ı geçemez, bu tedavide başarı oranı. Dünyanın en başarısız tedavisidir, sigara bıraktırma tedavisi. Bizim Hacettepe’de 1. ay sonunda dörtte üç başarı sağladık, umarım bunu yüzde 60-65’lerde tutacak başarı ile çıkarız, çünkü bu programın asıl amacı, -Bakanlık da bunu önümüzdeki günlerde resmen açıklayacaktır- bu programda çıkan sonuçlarla ilaçların geri ödeme kapsamına alınmasını planlıyorlar. Türkiye’de sigara bırakmak isteyen insanların her merkezde, her ilde oluşturulmuş sigara bırakma merkezlerine gidip, ücretsiz destek verilmesi, ilaçların ücretsiz sunulması olarak planlanan bir program. KETEM üyeleri bu sempozyumda sertifikalarını da tamamladılar, Bakanlık söylediği anda, Türkiye’ye 350.000 kişilik bir projeyi başlatacağız, Bakanlık ilaç ihalesini yaptı, tanımladı ve ilaçlar şu an imal ediliyor, bu proje Aralık 15’den sonra başlayacak. Sigara her şeyin başında, kanser sebeplerini yan yana koyarsanız sigara her şeyin başıdır. Sigarada bazı şeyler farklıdır, endüstri çok güçlüdür, saklanmaya çalışılır. Bir de şu benim sevmediğim ama başka bir kelime de bulamadığım, şarlatanların-yani sigara bırakma tedavisi, merkezi, akupunktur vs- gibi uygulamaların sonun getireceğiz. Onlar bu programla batacaklar, neden çünkü hem işe yaramıyorlar, hem de para alıyorlar. Seviniyorum, çünkü onların sonu gelecek.


Benim daha önce de takıldığım bir konu ve sinirlendiğim bir kavramdır, kanser tedavisini karıştıranlar. Aslında burası kanserden korunma sempozyumu olduğu için top bende de, yanımdaki hocalara dönsem, diyabet tedavisinde de neler var. Şarlatan kelimesini bu konuya saklamıştım, benim amacım şu an onlarla uğraşmak değil. Elinizdeki bu rehberin amacı, kanser tanısı tedavisi alan insanlara bir şey satmak isteyen karışım, alternatif, vitamin, takviye, kapsül vs. satmak isteyenler olduğunda lütfen bu rehberi açın, bizim uyarılarımızdan birini içeren bir şey var mı, kontrol edin.


Bu arada bu rehberdeki bilgiler, izin alıp sunduğum Tıbbi Onkoloji Derneği ve Ulusal Kanser Danışma Kurulu web sayfalarında tümü var. Ben halkın anlayacağı dilde, kısaltarak ve izin alarak bir rehber haline getirdim. Nerede karışıyor olay, -mış gibi yapan bir sektör var, ilaç-mış gibi satan, ilaç kapsülü gibi görünen ama ruhsatını Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı’ndan alan ve gıda takviyesi olmaktan öte gidemeyen bir ürün profilinden bahsediyoruz. Ne zaman satıyorlar bunu, kanser tanısı almış, umutla sağa sola bakan, -ben bununla ilgili ne yapsam da acaba- takviye yapsam diye beklediği anda; bu adamlar o kadar hazırlar ki zaten o insanın son umuduyla oynamaya kullanmaya ve onu kullanarak para kazanmaya. İsimleri yoğunlaştırarak hakaret etme amacım yok ama aslında onlara uğraşma amacım da kalmadı, şu anda öyle bir kuvvetli rehber, öyle bilimsel veriler var ki aslında hastalarımıza öneri olarak sunabileceğimiz. Benim şu an mesajlarım, kanser tanısı, tedavisi alan, kanser tedavi öncesi, esnası ve sonrasında böyle karışımları komşusundan, basından,-sen ne aldın ben de ondan alayım- diyenlere. Daha ötesi, hasta yazdığımız reçeteyi alır, eve gider, evde birisi-onu kullanma, Ayşe Teyze de kullandı kötü oldu-, bizim reçeteler redaksiyona girer. Şimdi biz komşulara da ulaşacağız, ne olur bu rehberi bir okuyun diye.


Steril olmayan koşullarda, duman, toz içinde yol kenarından toplanan bitkileri karıştırıyor bu arkadaşlar, mucizevi bitkisel karışım diye, içinde ne olduğunu, nasıl toplandığını bilmediğiniz bir şeyi siz içer misiniz. Bu ürünlerin saflığı ve güvenirliği tartışmalıdır. Benim için kanser hastalarında önemli bir şey var, enfeksiyona meyilli oluyorlar değil mi, kemoterapi alanlarda saç dökülmesi, ağız yarası gibi durumlar oluyor ama düzeliyor, ancak enfeksiyon önemli. Bana hangi kurum iddia edebilir bu karışımların steril olduğunu. Steril olma şansı var mı, aktarlarda, açıkta satılan bir bitkinin. Bu gerçek bir suç duyurusu, kanser tedavisi esnasında böyle ürünleri hastalara steril olmadan önermek gerçekten suçtur. Benim hastam tedavi alırken, benim hastama steril olmayan ve onu enfeksiyona itebilecek olan bir malzeme önermek hukuken ve tıbben bir suçtur. Burada bunları söylememi gerektiren durum da şu; Kemoterapi alan hastalarda bu tür karışımları kullanmak kemoterapinin etkisini azaltıyor. Ancak, halk arasında çok söylenen, aman greyfurt suyu içmeyin sözü vardır, greyfurt suyuna çok benzeyen, etkileri olan karışımlar var, şimdi greyfurt suyu kullandığımız ilaçların etkisini artırıyor, bu çok da iyi bir şey değil, çünkü etki artınca yan etki de artar. İsmini detaylı olarak gördüğünüz maddelerin hemen hepsi, benim kullandığım ilaçların etkisini azalıyor. Bu, pişmiş aşa su katmaktır, yani kanser tanısı aldınız zaten hayatınız değişiyor, ne oldum ben diyorsunuz.


Zor bir süreçten geçiyor hasta, umut ararken bana geliyor. Bana gelmesi önemli bir şey, demek ki bir medikal onkoloğa güveniyor. Ben de ilaç tedavisine başlıyorum, tam bu tedavi başlaması esnasında, sen ne hakla ve cüretle benim tedavimin etkisini değiştirebilecek bir ilaç öneriyorsun ve umut tacirliği yapabiliyorsun, kendi karışımını satarak para kazanma telaşına düşüyorsun. Bu, dini açıdan da günah, hukuken de suç, tıbben de etik değil, siz artık nasıl değerlendirirseniz. Bu karışımları satanlara, benim hastalarıma dokunmayın, kanser hastalarına dokunmayın diye burada bir kez daha uyarıyorum.


Bu konuda yeni ve güzel gelişme var, Sağlık Bakanlığı, Tarım Bakanlığı ruhsatı almış bu gıda takviyelerini denetleme konusunda ipleri eline almayı, en sonunda galiba alıyor. Yönetmelik henüz çıkmadı ama, bunun haber olarak bile çıkması önemli. Bu ne demek, ilaç olmayan ilaç-mış gibi sunulan takviye, kapsül gibi değişik isimlerle anılan bu ürünler artık Sağlık Bakanlığı tarafından denetlenerek satılacak. Amerika’da bunu denetleyen FDA, yani hem ilacı hem yiyeceği denetleyen kurumu. Bizde ise, ilacı denetleyen Sağlık Bakanlığı, gıdayı denetleyen Tarım Bakanlığı’na bağlı. Gıda takviyesi olarak anılan ürünlere  Tarım Bakanlığı’ndan ruhsat alınabildiği için, bu ürünlerin kanser tedavisi esnasında kullanımının tamamen zararlı olduğunu düşünüyorum. Son olarak mesajım şu, bu karışımların çok az bilinen bir etkisi var, sarımsak kullanan, sarımsak tableti kullanan önemli bir popülasyonumuz var. İsmi bilinmeyen olunca daha çekici oluyor, ginsengler vs., içi boş şeyler bunlar. Tıpta şu var, Önce zarar verme, ama onlar sadece zarar veriyorlar.


Soru: Kemoterapinin etkilerine yararı yok mu?


Prof. Dr. İsmail Çelik;


Hasta bana geldiğinde, ben kemoterapinin etkisini tolore edebiliyorken, tam o aşamada benim tedavimin yan etkilerini artırıp, etkilerini azaltmayı istermiyim, sorun orada işte. Bu kanamaya meyile yol açması açısından sarımsak kullanımı Amerika’da çok ciddi uyarılara yol açmıştır. Bildiğiniz sarımsağı, yemekte kullandığınız gibi değil, onu her gün tablet olarak, ilaç-mış gibi kullandığınızda kanamaya yol açar. Biraz önce enfeksiyonu konuştuk, kanamaya yol açtığı için şunları öneririz, mesela elektrikli makine ile tıraş olun, bir yeriniz kesilmesin, bir yere çarpma, morartma, bu kan seviyesi azaldığı için, bu ürünler kanamaya meyile yol açıyor. Adam bir anda evde ölüyor, kim bunun sorumlusu? Dolayısıyla bu konuda ciddi bir hukuki ve tıbbi bir sorun var.


Başka önemli bir konu; geçen sene çok konuştuk, cep telefonu ve baz istasyonunun zararları var mı? Şurada şöyle bir sorun var, ben de daha önce o hatayı yaptım, cep telefonu ile baz istasyonunu hep aynı kefeye koyduk. Şimdi çok önemli bir kavram karmaşası var, cep telefonu kişisel kullanım için planlanmış ve insanı hakikaten konuşurken çok yakınında olan, çevremizde gidip gelen elektromanyetik yayan bir alet. Baz istasyonu ise, onu hücresel bir dönüşüm ile baz istasyonu ile o konuşmayı alıp ileten bir ara yapı. Şunu vurgulamak lazım, biz cep telefonu ile konuşurken, benim yakınımda olan ama kontrolü yapılmış, güvenlik tedbirleri alınmış bir baz istasyonu, cep telefonumun sinyalini taşırken, eğer bu baz istasyonu yakındaysa, benim cep telefonum baz istasyonun aramaz, çünkü hemen bulur.


Dolayısıyla benim konuşurken radyasyonla o kadar ilişkim olmaz. Ama bir baz istasyonu için arbede çıkar, bir şekilde kaldırıldığını düşünelim, ama cep telefonunu attık mı, hayır, konuşmaya çalışıyoruz kişisel maruziyetten bahsediyorum, nerede bizim o sinyali taşıyacak baz istasyonu, kaldırdık onu. Ne yapacak o zaman o cep telefonu, bir öbür mahalleye, uzaktaki baz istasyonuna ulaşmaya çalışacak, alın size kendisinden daha fazla enerji çıkan ve arandığı anda daha çok manyetik yayan bir durum oluşacak. Hatırlarım, eskiden baz istasyonu sayısı azken, makineler bu durumdan dolayı, sinyal bulmaya zorlandığından hem pil seviyesi çabuk düşer, hem de çok  ısınırdı. Kendi tecrübemizden yola çıkalım, eğer baz istasyonunu kaldırırsanız o elinizde size zarar verme ihtimali olan telefon daha çok çalışacaktır.


O zaman şunu ayıralım, baz istasyonu kendi regülasyonu, yönetmelikleri ve kuruluş mekanizmaları ile belli kurallar dahilinde kuruluyorsa onu yerinden kaldırmak lüzumsuz hatta sorun yaratabilir. Bunları denetleyen, izni veren kurumlar var, zaten bunlara güvenmiyorsak, o zaman kullanmanın anlamı yok, ben bunu teknofobi olarak adlandırıyorum, kullanılan bir terimdir, kullanmayı bilemediğimiz aletler karşısında onların gücünden korkmaya deniyor. Doğru kullanmayı bilmediğimiz ve tanımadığımız aletlere, içinden değişik radyasyonlar yayıyor dersek, bir kere yanlış konuşmuş oluruz. Korkuya dönüşüyor bu durum, kanser hastalarım zaten titreyerek bekliyorlar, onlara ümit mi veriyorsunuz, korku mu salıyorsunuz, bu konuda çok dikkat etmemiz lazım. Ben kanser hastalarını korkutmayın anlamında söylemedim ama. Baz istasyonlarının çalışma prensibiyle, cep telefonundan bireysel korunma farklıdır, tek önerebileceğimiz ve kesin olması gereken kulaklık kullanılmasıdır.


Bu şunun için önemli, özellikle araba kullanırken konuşmak zorunda oluyorsunuz, cep telefonunun bugüne kadar bildirilmiş en yüksek ölüm riski trafik kazaları. Bunu Sağlık Bakanlığı ve Tübitak da açıklamıştı zaten. Neden bu konuyu bu sempozyumda konuştuk derseniz, bu sene çok önemli 2 literatür, 1 tane basın açıklaması yapıldı. INTERPHONE çalışmasının 2 ayağı açıklandı. Mayıs 2010’da cep telefonu-kanser ilişkisi, Kasım 2010’da da baz istasyonu-kanser ilişkisi bölümlerinin sunulduğu ve aralarında Almanya, Danimarka, Avustralya, Fransa, Finlandiya, İngiltere, İsrail, İtalya, Japonya, Kanada, Yeni Zelanda, Norveç ve İsveç’in olduğu 13 ülkede 14 bini aşkın kullanıcı üzerinde yapılan Uluslararası INTERPHONE araştırma raporu, baz istasyonu maruziyetinin ve cep telefonu kullanımının kanser riskini artırmadığını göstermektedir. 

  

Gelelim, bizim tıpta kullandığımız radyasyona. Bize soruyorlar bilgisayarlı tomografi kanser yapıyor mu, bunu bilemeyiz hemen. Neyin ne kadar radyasyon miktarını yaydığına hemen bakalım; Havaalanlarındaki X-ray kontrolü 0,002 mrem, bu epey konuşuldu bir ara, çocuklar oradan geçmesin vs. diye. Bu çok düşük bir doz, 0 nerdeyse. Nükleer santrale bakalım, 70 km yakınında yaşarken maruz olsanız  0,01 mrem, termik santralin 70 km yakınında yaşarken maruz olsanız da 0,03 mrem alıyorsunuz, bu da hiç bir şey değil ama tam 3 katı fark var. Sebebi şu, nükleer santral kurulurken ciddi önlemler alınıyor, termik santralde bu yok ama. 




Gelelim tıbbi radyasyon miktarlarına; bir diş grafisi 1 mrem, Akciğer-mamografi çektirirseniz 5, beyin tomografisi çektirirseniz 100, göğüs ve karın tomografisi ise 500 mrem aldığınız baki. Şimdi tomografi dedik hep ama, daha sık kullandığımız örneğin kalp anjiyosu ile 900 mremdir. Esas bakın en çarpıcısı, eğer zaten sigara içiyorsanız senelik olarak 1000 mrem vücuda radyasyon alıyorsunuz. Yukarıda saydıklarımı toplasanız anca eder.


Bizim yılda, doğal yollardan topraktan,çevreden vs. zaten maruz kaldığımız için, 360 mrem alma hakkımız var zaten. Ben bir hasta olsam, 1kez tomografi çektirmiş olsam, arkasından anjiyol olacak olsam düşünürüm. Ama havaalanında X-ray’den geçerken korkmam, mamografiden korkmam sigarayı bırakırım gibi. Bu tablo önümüzdeyken, tomografiyi çöpe atmak, karalamak vs. gibi lüksümüz yok.


Uzmanı değilim, ama burada şöyle anlattı uzmanı, onun ilettikleri; tomografi yerine MR var, o radyasyon yaymıyor. Ultrason var diyor, klinik arayı arttırın diyor. Biz doktorlar şurada hata yapıyoruz, hasta bir yerde tomografiyi çektirdi diyelim, gelir bu kötü olmuş deriz, bir daha çektir deriz, çekildiğini bilmeyiz-hasta da söylemez bazen- tekrar çektiririz, 3 olur. Böyle bir konseptte önce çuvaldızı kendimize batırıyorum zaten, halkın burada yapabileceği bir şey yok, biz dikkatli olmalıyız. Gene de ama sigara içiyorsanız, tütün çünkü şöyledir, topraktaki radyoaktif maddeyi toplar ve içinde tutar, tütün de bitkidir bu arada unutmayalım. Şarap da, çünkü üzümden yapılır. Alkol ve sigara da kanser sebebi, onu da unutmayalım.


Diğer konu, şeker hastalarında kanser riski var mı, artmış risk var mı, bu neye bağlı diye konuşulacak bu toplantıda. Kanser riski almış şeker hastalarını daha erken kaybediyoruz, daha çok ölüyorlar. Hem daha çok kansere yakalanıyorlar, hem de daha erken kaybediyoruz. Önemli bir sorun, bu insanlara daha önem vermemiz gerekiyor.


Prof. Dr. Nilgün Güvener Demirağ;

  

Son yıllarda, diyabet hastalarında kanser görülme sıklığında artış olduğu bilinmekte. Hem özellikle meme, kolon ve pankreas kanseri riski artıyor, hem de var olan kanserleri olumsuz etkileniyor. Bunun nedenleri konusunda çok çalışma var, bu hastalarda beraberinde eşlik eden kilo fazlalığı, obezite ve insülin direnci patogenezde bu tablonun ortaya çıkışında en önemli nedenlerden bir tanesi olarak görülüyor.


Bazı kanser türlerinde, kan şekeri regülasyon bozukluğunun etkisi olduğu gösterilmiş. Bu hastalar bize başka birçok ek hastalıklarla geliyorlar, bu hastalıklarla uğraşırken genetik hastalarda gözden kaçan şeylerden bir tanesi, rutin kanser taramalarında bazı atlamalar, gecikmeler olduğu. Diyabetik hastalarda, ek komplikasyonların da varlığı nedeniyle, verilen tedavilerin daha komplikasyon yaratma riski var. Sorun yarattığını biliyoruz. Bir de son yıllarda bizim diyabete yönelik bizzat verdiğimiz tedavilerin, bu açıdan sorun yaratıp yaratmayacağına dair dünyada ciddi çalışmalar devam ediyor.


Gelinen noktada söyleyebileceğim en önemli sorunun hiperinsülinemi olduğu ve buna insülin direnci neden olmakta, dolayısıyla insülin direncini azaltmaya yönelik bu hastalarda kilo kontolü, sağlıklı beslenme ve egzersiz, hem diyabeti ve diyabete bağlı organ hasarlarının gelişimini önlemede  hem de kanseri önlemede en etkin ve en ucuz yöntem görünüyor. Verdiğimiz ilaç tedavisi dozunu azaltmanın yolu da kilo kontrolünün sağlanmasıdır. Son yıllarda metformin ile ilgili çalışmalarda, bizim diyabetik hastalarda çok sık kullandığımız, dünyada diyabetin tedavisinde -eğer kullanmada bir engel yoksa- neredeyse rutin kullanılan ilaçların başında geliyor. Bununla ilgili çarpıcı ve güzel sonuçlar, metforminin diyabetik hastalarda kanser riskini azalttığı yönünde olan veriler ve var olan kanserleri olumlu yönde etkilediği yönünde veriler artmaya başladı. Dolayısıyla bu tedavilerin de diyabetik hastalarda kanserle ilişkisi açısından da çalışmaların devam ettiğini söyleyebilirim. Şu aşamada yapabileceğimiz şey, hastalarda mümkün olduğu kadar insülin direncine yönelik tedavileri ön plana getirip, bu hastalarda kanser tarama çalışmalarında biraz daha risksiz davranmamız, aldıkları tedavileri de gözden geçirmemiz lazım.


Prof. Dr. İsmail Çelik;


Son olarak, en sona sakladığım ama önemli bir konuda bilgi vermek istiyorum. Meslek hastalığı ve mesleksel kanserler. Çok iyi bir haber var şöyle ki; Daha önce biz, Türkiye’de yıllık 150.000 tane kanser vakası beklediğimizi söylemiştik. Biliyoruz ki, tüm dünyada böyle, ülkemizde de bundan farklı değilse eğer %10’u mesleksel kanserler bunların. Yani 15.000 kadarı mesleksel kanser. Bir meslekte çalışan işçi uzun süre çalışıyor ve o meslek ortamının yarattığı kansere yakalanabiliyor. Veba, HIV gibi durumları bildirmek zorunludur bu arada. Ancak, kayıtlarımızı inceledik, çok sevindirici bir haber var Türkiye’de, ülkemizde bildirilen mesleki kanser yok! Hiçbir işyeri ve işyeri hekimi, orada tanımlanmış meslek grubuna dahil kanser türü bildirmemiş.


Yorumu size bırakıyorum, kayıt altına alınmamış yani. Doktorlarımız tanıyamamış, hastaya hangi meslekte çalışıyorsun diye sormamışız. Biz akciğer kanseri deyip geçmişiz. Bakın bir tabloda sizin görüşünüze sunuyorum, buradaki birçok kanserojen madde ülkemizde hemen her gün gördüğümüz endüstriyel sektörlerde çalışan binlerce insanın maruz kaldığı maddelerdir ve bunlar tartışmasız kanserojendir. Türkiye’de işyeri güvenliği, bireysel korunma, eldiven, maske gibi uygulamaların ne kadar yüksek olduğunu düşünürseniz mesleksel kanserlerin 0 olma şansı yoktur.


Bu konu ülkemizde ilk defa bir sempozyumda gündeme alındı. Biz Hacettepe Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü ile Ankara Meslek Hastalıkları Hastanesi’nce bir çalışma yürüttük. Bu çalışmada şuna baktık; hastaneye kadar gittik kanser riski anketlerini doldurduk. Bu işçilerin % 65’i sigara içiyor, hem işyerinde o ağır maddelere maruz kalıyorlar hem de sigara içiyorlar. Bu yüksek bir oran. Gene çok sevindirici bir haber var, inanamadık da hiç kadın meslek hastası yok!. Kadınlar çalışmıyorlar mı, çalıştıkları halde hasta mı olmuyorlar, yoksa bazı şeyleri gene atlıyor muyuz.. Bu konuda biz çalışmayı başlattık, peşini de bırakmaya niyetimiz yok. Yaş ortalaması 40 civarında bu olabilir, şuna da hiç şaşırmadım, kanser tarama yöntemleri ile ilgili de en ufak bir bilgileri yok. Bu her yerde görebileceğiniz bir sonuç gibi görünse de burada önemli bir fark var, bu insanlar her gün kansorejen madde ile yıkanıyorlar, onun içinde yaşıyorlar. Yani lafım meclisten dışarı Türkiye’de asbest endüstrisini ve lastik üretimini neden bu kadar önemli olduğunu basından öğrenmiştim, çünkü Avrupa’da yasak artık. Türkiye’den de atmaya çalışılıyor şimdi.


Dr. Hınç Yılmaz;

  

Asbest bizim ülkemizde de birçok sektörde yasaklandı, ancak daha önceden olan maruziyet sebebiyle yeni yeni vakalar gösterdiği için yasaklasak bile, hala 5-10 yıl boyunca yeni vakalar olacaktır mutlaka. Meslek hastalığı maalesef bizim tıp eğitim müfredatımızda yer almıyor. Hiçbir hekimimiz, hiçbir eğitim döneminde bu hastalıklar ile yeterli eğitim almıyor. Mesela bir ağır metal, sanayiyi ilgilendiren bir konu, kurşun hangi mesleklerde bulunur, kişiye nasıl etki eder, kaç metre yakınında çalışmak gerekir, bunlar mühendisliği ilgilendiren konular olduğu için hekimlerimiz uzak kalmış bu konularda.


Gelen hastaları da mesela, bir kurşun netropatisi gibi değil, mesela böbreği hastalanmış bir hastayı kurşun sebebiyle böbreği hasarlanmış  bir kişi gibi değil de böbrek yetmezliği hastası gibi değerlendiriyoruz. Ama ilk baştan etken ve maruziyet ilişkisinin farkında olsaydık, sadece sağlık profosyonellerine değil işveren, çalışanlara bu etkenlerden korunma yöntemlerini en başta netleştirir ve bu kültürü oluşturabilirsek meslek hastalıklarının yüzde yüzünden korunabiliyoruz. Ülkemizde en son 539 tane istatistik meslek hastası belirlendi, ama  100.000 civarında bekleniyordu. Bu rakamdan çıkarırsanız, çeşitli hastanelerde tedavi olmaya çalışan-ama mesleği ile ilişkilendirmeden tedavi olmaya çalışan-, verilen hiçbir tedavinin etkili olmadığını umarım anlatabildim.


Koruyucu hastalıkların başında meslek hastalığı gelir,etkenden korursanız kişiyi hasta etmezsiniz. Kişinin genetiğinde sen silikozis olacaksın vs. diye, bir etken var ama siz etkenden uzak tutamıyorsunuz. Mesleki kanserlerin bizim için önemi şu, meslek hastalığında etkeni ortadan kaldırırsanız ilaç da vermeseniz kişiyi iyileştirirsiniz, hastaneye de yatırmasanız, hekim de vermeseniz, kişiyi işinden alırsanız kişi iyileşir ama, kanseri başlatırsanız maalesef geri dönüş diğer kanserlerle aynı süreci yaşar, tedavi edilir-edilemez o artık uzmanlarımızın karar vereceği bir konu. Mesleki kanserler ve mesleki hastalıklar çoğunluklu olarak çalışan ve en az 3-4 nüfusa bakıp, bunların sorumluluğunu taşıyan insanların hastalığıdır. Biraz daha önem göstermemiz gerektiğini düşünüyoruz ve basından da bu konuda destek bekliyoruz. 


 


Prof. Dr. İsmail Çelik:


O kadar yoğun bir gündem vardı ki, hepsini sizinle paylaşmak istedim.

Nikotin sakızlarını ilaç olarak saymıyoruz, ancak bantlar ilaç sayılmıştır ve ilaç olarak ruhsat almıştır. Nikotin bantını veriyoruz, piyasadaki 3 ilacı da bakanlık satın aldı. Bu yeni projeyle 350.000 kişiye ilaç vermeyi planlıyor Bakanlık ilk etapta, bu ciddi bir sayı. Bunu geri ödeme kapsamına da alma planları var, bunu reçetelendirdiğimde gidip alacak çok rahat diğer ilaçları alabildiği gibi. Amacımız bu.




Basın toplantısı konuşmacılar:


Prof. Dr. İsmail Çelik – Sempozyum Başkanı

Hacettepe Üniversitesi (HÜ) Onkoloji Enstitüsü Prevantif Onkoloji Anabilim Dalı Başkanı


Prof. Dr. Nilgün Güvener Demirağ

Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı Endokrinoloji Bilim Dalı Öğr.Üyesi


Dr. Hınç Yılmaz

Ankara Meslek Hastalıkları Hastanesi Başhekimi

 

13.12.2010 - 3544



Konuyla İlgili Sorular
İlgili Forum Konuları

SAĞLIK HABERLERİ Tüm Haberler Sağlık Haberleri Rss

FOTO GALERİ Tüm Foto Galeriler
Diş Fırçanızı Karanlık Yerde Tutuyorsanız Dikkat! Tehlike Saçıyor
Diş Fırçanızı Karanlık Yerde Tutuyorsanız Dikkat! Tehlike Saçıyor
Yumurtayı Pişirmeden Önce Yıkamak Ne Kadar Doğru?
Yumurtayı Pişirmeden Önce Yıkamak Ne Kadar Doğru?
Kan Lekeli Yumurta Yenir mi?
Kan Lekeli Yumurta Yenir mi?
Lahana Yapraklarını Göğsünüze Sarın, Faydası İnanılmaz
Lahana Yapraklarını Göğsünüze Sarın, Faydası İnanılmaz

SAĞLIK VİDEOLARI Tüm Videolar
Sağlık Video Göziçi İğne Nedir? Neden Yapılır? İzmir Kaşkaloğlu Göz Hastanesi
Göziçi İğne Nedir? Neden Yapılır? İzmir Kaşkaloğlu Göz Hastanesi
Sağlık Video Yakını Görememe ve Tedavisi İzmir Kaşkaloğlu Göz Hastanesi
Yakını Görememe ve Tedavisi İzmir Kaşkaloğlu Göz Hastanesi
Sağlık Video Botoks Nedir Kaşkaloğlu Göz Hastanesi
Botoks Nedir Kaşkaloğlu Göz Hastanesi
Sağlık Video Katarakt Ameliyat Sonrası Gözlük İzmir Kaşkaloğlu Göz Hastanesi
Katarakt Ameliyat Sonrası Gözlük İzmir Kaşkaloğlu Göz Hastanesi

 

[Hata Bildir]