Uzmanlar ''Endokrinoloji Ve Metabolizma Hastalıkları Kongresinde'' Güncel Açıklamalar Yaptılar

Aralarında yabancı konuşmacılarında bulunduğu 600'ü aşkın katılımcının katıldığı kongremizde Endrokrinoloji'nin güncel konularıyla ilgili çeşitli konularda bilgi alışverişinde bulunma imkânı bulduk.

Uzmanlar ''Endokrinoloji Ve Metabolizma Hastalıkları Kongresinde'' Güncel Açıklamalar Yaptılar

Prof. Dr. Faruk Alagöl


Aralarında yabancı konuşmacılarında bulunduğu 600’ü aşkın katılımcının katıldığı kongremizde Endrokronoloji’nin güncel konularıyla ilgili çeşitli konularda bilgi alışverişinde bulunma imkânı bulduk. Kongremizde, çeşitli yeni çalışmalar sözlü ve poster sunumları olmak üzere yapıldı.


Prof. Dr. Sema Akalın


Öncelikle Endokrinoloji nedir ve Endokrinolog kimdir sorusuna cevap vermek istiyorum çünkü ülkemizde insanlarla konuştuğunuzda “doktorum” diyince ne iş yaptığınızı soruyorlar.”Endokrinologum “diyince de yüzlerde soru işaretleri beliriyor.


Eğer vaktim çok sıkışık ve anlatamayacak durumdaysam “iç hastalıkları uzmanı” diyorum. Bu bilim dalını tanıtmak gerekiyor çünkü insanlar gidecekleri adresleri bu yüzden bulamıyorlar.


Endokrinoloji, hormonal sistemleri inceleyen, bunların yarattığı hastalıklarla ilgilenen bir bilim dalı. Bu kapsamda özellikle toplumda sık görülen şeker hastalığı, tiroid hastalıkları, kemik hastalıkları, hipofiz bezinin salgıladığı hormonların eksikliği veya fazlalığı üzerine oluşan hastalıklar, böbrek üstü bezi hastalıkları, yumurtalık hastalıkları ve metabolizma açısından ilgilenildiği için şişmanlık, kan basıncı yüksekliği gibi hastalıklar endokrinolojinin alanına giriyor.


Dernek olarak çeşitli halk eğitimi toplantılarında insanlara ne iş yaptığımızı anlatıyoruz fakat yeterli olmuyor. Bu yüzden yazılı ve görsel basının desteğine ihtiyacımız var. Endokrinoloji son yıllarda birçok nedenlerle popüler olmaya başladı fakat bu arada bazı yanlış uygulamalara da endokrinologlar olarak şahit oluyoruz.


Bazı ilaçların ve de gıda desteklerinin sağlık bakanlığının ruhsatı ile değilde, tarım ve köy işleri bakanlığının ruhsatı ile ülkemize girdiğini biliyoruz. Halkımız çeşitli destek maddelerini çok iyi bir rehbere ulaşamadan gelişigüzel kullanıyorlar.


Son yıllarda ortaya çıkan büyük maddi gereksinimlere yol açan testler, bilimsellikten uzak, ilaç değeri olamayan maddelerin kullanılması, insanları bitkisel maddelerin toksik etkilerine maruz bırakıyor. Hastanelerimizde karaciğer yetmezliği nedeniyle kaybedilen hastalar olabiliyor.


Dolayısı ile kişilerin bu tür ne içerdiği belli olmayan, yan etkileri bilinmeyen sonuç olarak ilaç olmayan maddeleri gelişigüzel kullanmalarının sağlıkları açısından riskli olduğunu belirtmek gerekiyor. Genel olarak konuşursak endokrinolojide son yıllarda çeşitli kimyasal maddelerin endokrin sistemleri üzerinde bozucu etkileri olduğunu biliyoruz.


Bunlar uzun listeler halinde mevcutlar. Batı dünyasında özellikle yoğun olarak bahsedilen bisfenol a maddesi çeşitli plastik kapların içerisinde bulunuyor. Ve bazı ülkelerde yasaklanması tartışılmakta. Bizim ülkemizde ise bu konuyla ilgili bir tartışmaya rastlamadım. Çeşitli sabunlarda ve sıvılarda bulunan maddelerin suya karıştığı zaman 40 yıldan fazla süre sularda kaldığını ve bunların da metabolik etkilerinin olduğunu biliyoruz. Yani çevre kirlendikçe bu hormonal etkileri giderek daha çok göremeye başlayacağız. Endokrinologlar olarak ta araştırmamız gereken bu konularda halkımızın da dikkatli olması gerekiyor.


Prof. Dr. Sevim Güllü


Tiroit hastalıkları son derece suiistimale açık bir konu olarak karşımıza çıkıyor. Bahsedilen bitkisel olaylar hastaların yanlış yönlendirilmesi üzerine yoğun bir şekilde kullanılıyor. Ülkemizde 1999 yılından itibaren tuzlar iyotlanmaya başlamıştır. Ondan önce çok ciddi iyot eksikliği olan bir ülkede yaşıyorduk. Ve son 10-11 yılda ciddi aşamalar kaydedilmiştir ama halen bazı bölgelerde orta ve ciddi derecede iyot eksikliği devam etmektedir.


Birçok şehirde bu sorun aşılmıştır hatta İstanbul gibi bazı şehirlerde iyot fazlalılığı bile ortaya çıkmaya başlamıştır. İyodun önemi özellikle guatr ve nodül gelişimidir. Nödül gelişimini iyot eksikliği ile ilişkili bir şekilde daha yüksek oranlarda görüyorduk. Çocukluk yaşlarından itibaren iyotlu yiyeceklerin teşvik edilmesiyle bu tür nodüler hastalıkların görülmemesini umuyoruz.


Tabi aslında nodüler hastalığa bağlı olarak insanlar ölmüyorlar ama yıllar içerisinde ve ileri yaşlara geldikleri zaman guatr hastalığı ortaya çıkabiliyor. Bunlar bizim aşabileceğimiz şeyler. Sorunumuz giderek artan ameliyat sıklığı ve yakalanan her nodülde hastalarımızın gereksiz yere operasyona verilmesi. Hastalar korkutuluyor. Özellikle maalesef Türkiye’de bir şehir efsanesi olan “Tiroit kanseri sıklığı artmaktadır” tarzında gördüğümüz yorumlarla karşılaşıyoruz. Elimizde böyle bir çalışma ve bilimsel bir veri yok. Neticede böyle haberler yüzünden hastaların panik halinde operasyona gittiklerini görebiliyoruz.


Bir nodülün kötü olduğu gösterilmedikçe ameliyat olmasına gerek yoktur. Yine şehir efsanesi olan, bir gerçekliği olmayan İyot yasaklama kampanyası var. İyot yasaklanması sadece ve sadece çok kısa bir dönem özel koşullarda yapılmaktadır.


Onun dışında iyot tüketimi ile ilgili olarak teşvik edici yazılar yazılması gerekiyor. Çünkü bu ülkemizin geleceği için önemlidir. Tüm ülke halkımızın iyotlu tuz kullanması gereklidir. İyot eksikliği zeka gelişimi ile bire bir ilişkilidir. Ve anne karnında iyot eksikliğine maruz kalan kişilerin, tiroit hormon eksikliği bulunan annelerden doğan bebeklerin erişkin yaş grubunda yaklaşık 5 ila 7 birim daha düşük iq ya sahip olduğunu görüyoruz. Daha zeki nesiller için iyot kullanılması gerekiyor. İyot alımı arttıkça ülkemizdeki zekâ oranları da artacaktır. Özellikle üreme dönemindeki kadınların daha fazla iyot tüketmesini istiyoruz. Sizlerden beklediğimiz sağlıklı ve zeki nesillerin yetişmesi için iyot konusunda bizlere yardımcı olmanızı istiyoruz.


Prof. Dr. Tümay Sözen


Konunun esas uzmanı bizler olmamıza rağmen bu konuların çok sahipleneni var. Osteoporoz halk arasında kemik erimesi olarak bilinen bir rahatsızlık. Korkulması gereken bir hastalık. Kemiğin kaybedilmesi kırıklara neden olmaktadır.


Bu kırıklar özellikle omurgada ve kalçada sağlık sorunları yaratmaktadır. Omurgada meydana gelmiş olan kırıklar genelde o şahsın boy kısalığı ile başlayan daha sonralarında bütün organ sistemlerini ilgilendirecek bir takım patolojilere sebep olur. Omurgası kısalmış bir şahıs genelde vücudun üst tarafındaki akciğer dokusu ve kalbin bulunduğu göğüs kafesinde bir ufalma meydana getirebilir. Bunun yanında karın bölgesine isabet eden kırılmalar o bölgenin de ufalmasına, sonuç olarak o bölgede bağırsağın ve midenin çalışma fonksiyonlarını bozmaktadır. Hastalığın ağrı vs. gibi bir belirtisi kırık yoksa yoktur.


Dolayısı ile bu değişiklikler şahsın farkında olmadığı bir devrede meydana gelmektedir ve bahsettiğimiz organlara bağlı olarak oluşan şikayetler,  şahsı alakasız uzmanlara yönlendirir. Esasında bunun asıl sebebi osteoporoz dediğimiz hastalığın ve bunun yarattığı kırıklar ile alakalı hastalıklar olabilir. Dolayısı ile hastalık bir yerde ilerlediği zaman multisistem hastalığına dönüşmektedir. Bunun yanında kalça kırıkları çok önemlidir. Hastalık kadın hastalığı olarak biliniyor. Erkekler bu hastalığı kadın hastalığı olarak bilir. Fakat öyle değildir. Böyle bilinmesinin nedeni kadınlık hormonu denilen eströjenin hastalığın oluşumda önleyici bir faktör olması ve dolayısı ile de menopozdan sonra kemiklerin kaybedilmesinin daha büyük olasılıklar görülmesidir. Oysa yaş ilerledikçe hem kadını hem erkeği etkileyen bir hastalıktır.


Dolayısı ile yaşlı toplumda her iki cinste de farkındalık yaratmadan oluşabilir. Kalça kırıkları da özellikle yaşlılarda daha sık görülür çünkü yaşlıların denge sistemleri, görmeleri başka rahatsızlıklardan etkilendiği için bunlar yürürken de adale güçlerinin çok iyi olmaması nedeniyle sallanmaya ve düşmeye daha yatkındırlar. Sonuç olarak düşerek ya da hiç düşmeden oturduğu yerde bile kalçalarını kırabilirler. Kalça kırığının bu kadar önemli olmasının nedeni bu kırıkların operasyon gerektiren bir durum olduğu için ameliyat esnasında ve sonrasında birçok sorunlar yaşayabilir, hatta ölümcül durumlar yaşayabilir.


Bu hastalık için özellikle kırıklar için harcanan paralar ve bunun yarattığı sosyal sorunlar da çok önemlidir. Kalçası kırılan bir bireye muhakkak birisinin bakması gerekmektedir. Bu aileden biri veya parayla tutulacak bir kişi olmalıdır. Çünkü operasyon öncesi ve sonrası safhalarını atlatmış bir hastanın tekerlekli sandalyeye bağımlı olma olasılığı da çok yüksektir. Bunun bakımının üstlenmesi aile bireylerinden biri tarafından yapılıyorsa bu kişi ya işini bırakıp hastaya bakacaktır ki bu ekonomik bir kayıptır. Eğer bunu yapmayacaksa başka birini tutup ona para ödeyecek ve ev ekonomisinde bir sorun yarattığı gibi bunun masraflarını ödeyen sosyal güvenlik kurumları çok fazla paralar sarf etmektedir. Gelişmiş ülkelerde buna harcanan paralar milyarca doları bulmaktadır.


Dolayısı ile de bütün ülkeler, ekonomilerindeki bu yükü hafifletmek için daha bebeklik çağından itibaren kemiklerin daha iyi gelişmesi için tedbirler almaktadır. Bu tedbirlerden biri daha bebeklik çağından itibaren kalsiyum bakımından zengin gıdalarla bebeğin beslenmesinin temin edilmesidir. Çünkü kalsiyum iskeletin vazgeçilmez bir elemanıdır. Dolayısı ile de ailelerden başlayarak yine sağlık politikası olarak hükümetlerin de bu konuya çok önem vermesi lazım. Süt ve süt ürünleri kalsiyum bakımından çok zengin maddeler olduğu için bunların çocukluktan başlayarak ilerleyen yaşlarda bile kullanılmasının yüreklendirilmesi lazım. Burda basının rolü çok büyük. Süt içimini ve süt ürünlerinin kullanılmasında halka bir takım mesajlar vermenizin çok önemli olduğunu düşünüyoruz.


Maalesef çağımızda fast food modası ile beraber obeziteyi yaratan gıdalar, bunun yanında da kola içimi kalsiyumun vücuda girip depolanmasını engelleyen maddelerdir. Ailelerin de bu konuya çok önem vermesi lazım. Sofralarda su yerine süt kullanılması yaygınlaştırılması lazım. İsviçreli bilim adamları bu süt ve süt ürünlerini kemiklerimize bir yatırım olarak görüyorlar. Gençliğimizde tüketmemiz yaşlılığımız için bir avantaj oluşturacaktır. Vitamin d vasıtası ile kalsiyum vücuda emildiği için ve ayrıca kas iskelet sisteminin tonusunu tayin ettiği için bize gereklidir.


Bu vitaminin eksikliğinde hem kas iskelet sisteminde hem de diğer tüm sistemlerde çok önemli görevleri olduğu bilinmektedir. Kalp, damar sistemi, immun sistem, kanser, yaşlanma da olumlu etkileri vardır. Bu yüzden vitamin d’nin hayatımızın ayrılmaz bir parçası olması gereklidir. Bu illa da vitamin d yi dışarıdan satın almamız gerekli olduğu anlamına gelmiyor. Vitamin d etrafımızda bol miktarda mevcut olan güneş vasıtası ile derimizde üretilmektedir. Son zamanlarda bütün dünya da bir vitamin d eksikliği vardır. Bunun tam olarak neden kaynaklıyor belki de bilmiyoruz fakat şişmanlığın vitamin d eksikliği yarattığı, vitamin d eksikliği olduğu zaman da şişmanlığın olduğu bile söylenmektedir. Türkiye’de vitamin d eksikliği araştırması yapmayı düşünüyoruz.


Bunu gerçekleştirdiğimiz zaman Türkiye’de vitamin D eksiliğinin hangi oranlarda olduğunu anlayacağız. Fakat ufak çapta yapılan araştırmalarda güneş ışığını bol miktarda aldığımız halde vitamin d eksikliği yaşadığımız görülmüştür. Derimize güneş ışığının gelmesini engelleyen durumlarda yaşayan insanlarda d vitamini eksikliği meydana gelmektedir. Bunu önlemek için batı ülkeleri, özellikle kuzey Avrupa ülkeleri süt ve süt ürünlerine d vitamini katmaktadırlar. Ülkemizde de bunun muhakkak yapılması gerekiyor.


Prof. Dr. Göksün Ayvaz


Yumurtalık fonksiyonları diyince daha çok erkekler akla gelir fakat kadınlarda da aynı durum mevcuttur. Erkeklerdeki yumurtalık fonksiyon problemleri daha çok ergenlik çağlarında ortaya çıkan beklenen ergenliğin gelişememesi sonucunda anne-babanın çocuğunu doktora götürdüğü bir problemdir. Ülkemizde ise erkek çocuğun erkeklik gelişiminin çok ta iyi olmadığını göstermemek gayesiyle saklanan bir konu da olabiliyor.


Bu problemlerin çoğunlukla askerlik sırasında yapılan muayenelerde konulduğunu biliyoruz. Bunun böyle olmaması, ergenlik yaşlarının başladığı yaşlarda eğer ergenlik belirtileri görülmüyorsa doktora götürülmesi gerekiyor. Çoğunlukla hormonal hastalık olduğu için pediatrik endokrinolojiye veya erişkin endokrinolojiye götürülmesinde fayda var. Gonatlar ile ilgili bir problem olduğu zaman erkekler ürolojiye başvuruyorlar. Bu sorunlar genellikle hormonal kökenlidir. Bu hormonlar hipofiz dediğimiz beyin kontrol merkezinden, testisin kendisinden vb. kaynaklanabiliyor.


Dolayısı ile bu mutlaka hormonal açıdan incelenmesi gerekiyor. Ve bunun zamanlıca yapılması tedavi şansı da doğuruyor. Çünkü bunların bir kısmı testislerin iş yapmaması, sperm üretmemesi nedeni ile erkekte cinsel istek azalması, sertleşme problemleri ve kısırlık ile ortaya çıkabiliyor. Bunu bu şekilde kabul ettikleri zaman çocuk sahibi olamadan bir yaşam sürebiliyorlar. Bu hastalıkların bir kısmında yapılacak tedavi ile sperm üretmek ve çocuk sahibi olabilmek mümkün olabiliyor. Bizim vurguladığımız durum bunun mümkün olduğunca erken bir dönemde fark edilip tedavisi varsa tedaviyi uygulayıp normal erkek çocuk olarak hayatını sürdürmesi ve ortaya çıkabilecek psikolojik problemlerden önce bunun uygulanması.


Hanımlarla ilgili bir takım hastalığımız ise tüylenme problemleri. Bu genellikle yapısal olan bir durum yani ırka ve bölgeye göre değişen bir durumdur. Akdeniz ırkında tüylülük daha fazladır ama kuzey Avrupa ülkelerinde tüylülük daha azdır. Dolayısı ile onların kendilerine göre normalleri ile Akdeniz ırkının normalleri farklıdır. Buna yapısal tüylenme diyoruz. Bu belli bir seviyeyi geçtikten sonra hastalık anlamına da gelebileceği için mutlaka altında yatan bir neden var mıdır yok mudur bunun araştırılması gerekiyor. Bu altta yatan nedenler genelde endokrinolojik problemler oluyor. Ama bizde tüylenme fazlalığı olan hanımlar ya cildiyeye ya da kadım doğum hastalıklarına gidiyorlar. Ancak problemin büyük bir kısmı beyin hormonları, böbrek üstü bezlerinden salgılanan hormonlar ve yumurtalardan salgılanan hormonlardan kaynaklanıyor. Bunların herhangi birinden kaynaklanıp kaynaklanmadığını araştırmak gerekiyor.


Eğer bunlardan hiçbirinden bir sonuç çıkmıyorsa o zaman yapısal tüylenmedir diyebiliyoruz ve ona göre tedavi ediyoruz. İdiyopatik dediğimiz bu yapısal tüylenmede zaten altta yatan bir neden olmadığı için sağlık açısından bir sorun yaratmıyor. Ancak altında bir neden yatıyorsa ve biz bunu gözden kaçırıyorsak o altta yatan neden daha sonra büyük problemler çıkarabiliyor. Böbrek üstü bezlerinde bazı enzimlerin eksikliğinden kaynaklanan tüylenmeler vardır ki bu ciddi bir problemdir. Hanımın kendisi için problem yaratacağı gibi ayrıca hamile kaldığı zaman bebeği açısından problem yaratabilir.


Polikistikover sendromu dediğimiz yumurtalıkların içinde gelişen bir takım kistlerden oluşan problemlerde kişi şişmanlayabilir, adet düzensizliği olur ve bu durum kısırlığa kadar gidebilir. Bunun altında yatan ana neden olarak insülin direnci ortaya konduğu için bu direncin giderilmesi gerektiği biliniyor.


Dolayısı ile tedavinin böyle bir yönü var. Ancak genellikle kadım doğumculara müracaat edildiği için onlar kendi bildikleri yönetmelerle tedavi ediyorlar ve bu bazen olumsuz sonuçlar doğurabiliyor. Yine hipofizden salgılanan prolaktin denilen hormonun yüksekliği ile ilgili sorunlar yaşıyoruz. Prolaktin yüksekliği olduğu zaman bu bir hastalıktır ama prolaktin bir stres sorunu olduğu için belli bir seviyeye kadar o stres ile yükseldiği bilinmektedir. Ama yanlış olarak biraz yükselme nedeniyle birçok yüksek maliyetli tedaviler yapıldığını görüyoruz. Hâlbuki prolaktinin hangi seviyeden sonra bir hastalık niteliği taşıyacağı o tetkiklerin nerden itibaren yapılması gerektiği bir uzmanlık konusudur. Bu tür durumlarda ilk müracaat merci yine endokrinoloji olmalıdır.


Prof. Dr. Neslihan Başcıl Tütüncü


Hipertansiyon ve lipit metabolizma bozuklukları ülkemizde önemli bir sorun. Ve birçok nedenden dolayı Endokrinoloji ve metabolizma hastalıkları ile ilgili bir hastalık durumudur. Turdep çalışmasına göre Türkiye’de yaşayan hipertansiyonlu kişisi nüfusun %30 civarında saptandı. Yani her 3 kişiden 1 inin hipertansiyonu mevcut. Lipitler açısından da durum oldukça vahim. Fakat lipitler açısından 1 iyi sonuç ülkemizin iyi kolesterolünün dünya ortalamalarıyla aynı seviyede olduğu görüldü. Ülkemizde hipertansiyonu olan kişi sayısı çok fazla.


Burada endokrinologlarla ilgili olarak en önemli şey genç yaşta tansiyonu yüksek olan kişilerin özellikle hipertansiyona neden olacak özel hastalıklarının ortaya çıkarılması. Bunlar diyabet, insülin direnci, metabolik sendrom, böbrek üstü bezleri ile ilgili hastalıklar, hipofiz bezsi hastalıkları, kalsiyum metabolizmasını etkileyen hastalıklar olabilir. Mutlaka genç yaşlarda tansiyon yüksekliği tespit edilen kişilerin endokrinolog tarafından incelenmesi ve bir nefrologla birlikte böbrek ile ilgili bir hastalığının olup olmadığının öğrenilmesi gerekir.


Çünkü bütün bu hastalıklar tedavi edilebilirdir. Türkiye’de hipertansiyonun en önemli sebebi kilo fazlalığıdır, obezitedir. Peki neden kilo alıyoruz?Turdep 2 çalışmasında da ülkemizde %40 lara yakın bir oranda obezite  sayısı, her 3 kişiden 2 sinde de aşırı kiloluluk görüldü.Bir çok faktörden dolayı stresin, daha çok masa başında zaman geçirdiğimiz için yaşam tarzımızın,yediğimiz içtiğimiz şeyler nedeniyle özellikle mısır şurubundan elde edilen fruktozu çok fazla tükettiğimiz için obezite çok önemli bir sorundur.


Prof. Dr. Sema Akalın


Turdep çalışmasından gelen ilk rakamlar o kadar da korkunç değildi. Normal verilerdi, ülkemizin diyabet oranını %7.2 gösteriyordu. Ancak bu çalışmada bu kadarını da beklemiyordum. Bizim hekimler olarak çok halkımızın yediğine içtiğine dikkat etmesini söyleyerek, fiziksel aktivitelerini artırarak ve basın mensuplarının durumun vahametini iletmesini dileyerek sürekli çalışmamız gerekiyor.


Prof. Dr. İlhan Satman


Biz bu çalışmayı aslında 2 yıl önce tekrarlamaya karar verdik. İlk çalışma 1998 yılında bitmişti.10 yıl sonrasında bu çalışmayı tekrarlamak adına biz harekete geçtik ancak tabi çalışma mutfağının hazırlanması, finansal desteğinin bulunması ve her şeyden önemlisi Sağlık Bakanlığının bu çalışmaya sahada lojistik destek vermek üzere ikna edilmesi epeyce bir zamanımızı aldı. Sonuçlar çıktıktan sonra bir televizyon programında “Sağlık Bakanlığı’nın yaptığı bir çalışma” olarak geçmesi, bakanlığın sahip çıkması gerçekten gurur verici.


Biz bu çalışmayı İstanbul Tıp Fakültesi Endokrinoloji ve Metabolizma Bilim Dalı yürütücülüğünde Sağlık Bakanlığı’nın lojistik desteği ile yaptık. Tıpkı 1998 yılında yaptığımız gibi aynı örnek metodunu kullandık. Aynı 15 ilden aynı 6 şar ilçe, 6 şar köy ve 6 şar mahallede bu çalışmayı gerçekleştirdik. Ve Türkiye’nin TÜİK’in 2008 de açıklamış olduğunu nüfus rakamlarını kullanarak yaşa ve cinsiyete göre örneklerimizi seçtik ve davet ettik gelen kişilerin yaşam tarzını sorguladık. Gelen kişilerin vücut ölçülerini ölçtük, açlık ve kan düzeylerine baktık, tansiyonlarını ölçtük ve şeker yükleme testi yaparak şeker durumlarını gözden geçirdik. Ve bizim çalışmamıza 26.499 kişi katıldı. Katılım oranımız %92 civarındaydı.


Böyle bir çalışmanın da bilimsel anlamda yararlı sonuç verdi diyebilmemiz için de %80 den fazla bir katılım oranının olması gerekiyordu. Peki, ne bulduk biz bu çalışmada? Daha önce %7.2 bulduğumuz diyabet oranının maalesef %13.7 ye yükselmiş olduğunu gördük.


Oysa beklenen bu değildi. Uluslararası diyabet Federasyonu Dünya’da ve bütün kıtalarda ve ülkelerde aşağı yukarı diyabet projeksiyon rakamlarını yayınlıyor. Geçen yıl yayınladıkları rakamlar Türkiye’de diyabetin şimdilik oranlarının %4.7 civarı olduğunu ama 2030 yılı içinde de %9.7 civarına ulaşacağını öngörüyorlardı. Peki, bunun altındaki nedenler nelerdi, niçin bu kadar artmış? İlk çalışmayla karşılaştırdığımız zaman erkeklerle kadınlar arasındaki oran neredeyse silinmiş. Erkeklerde de diyabet kadınlara yakın bir oranda görünüyor. Hâlbuki kadınlarda daha önce %20 daha fazla görülüyordu. Kırsal ile kentsel arasındaki farklar silinmiş ancak bu gayet doğal çünkü bizim kırsalımızda da aynı makineleşme, aynı hareketsizlik, aynı besinler var onlarda hazır gıdaları tercih ediyorlar. Ve daha önceden bizim köy diye alıp çalıştığımız yerlerin bir kısmı da kocaman bir kasaba haline gelmişti.


Biz aradaki değişimi çarpıcı hale sokmak için onları artık köyden çıkmış kasaba niyetine değerlendirmek istemedik. Ancak gerçeği o olması lazım. Sonuç olarak bu niçin arttı? Hareket unsuru önemli. Katılan kişilere sorduk “kendinizi normal günlük yaşamınızda yaptığınız iş itibariyle ve boş zamanlarınızda nasıl nitelendiriyorsunuz?” hareketsiz, hareketli, çok hareketli gibi. Daha az hareketlerin %20 sinde diyabet var, çok hareket edenlerin %10 unda diyabet var. Toplum geneline bakarsanız hareketsizlik çok büyük bir önem arz ediyor. Bu bağlamda bunun obezite ile ilişkisi var. Daha öncesinde toplumda şişmanlık oranı %22 iken şimdi %32 bulduk. Yani şişmanlık oranında da %44 lük bir artış gördük. Yine erkeklerdeki obezite oranlarının kadınlara yakın olduğunu gördük.


Daha önce erkeklerin %17 obez iken kadınlarında %30 u obez idi. Şimdi bu rakamlar birbirine yaklaşmış durumda. Ve ondan da önemlisi santral tipte obezite yani göbek çevresinde yağlanma ile birlikte giden dolayısı ile metabolik hastalıklar, kalp damar hastalıkları ve onlardan ölümlere bile götürebilecek obezite oranının ülkemizde çok yaygın olduğunu gördük. Kadınlarımızın %60 ı o türde obez, erkeklerimizin %40 ı o türde obez ve toplumun da %52 si bu şekilde obez. Bir çarpıcı nokta hipertansiyon oranlarımızı çok artmış görmedik. İlk çalışmamıza çok benzer.


Hatta o zamanki çalışmanın yaşına ve cinsiyet dağılımına göre standardize ettiğimizde de bir parça da düşmüş görülüyor. Belki de burada son yıllarda tuz tüketiminin azaltılması yönündeki toplumu uyandıran, farkındalık yaratan çalışmaların belki yararı var diye düşünüyoruz. Bunu ötesinde gizli diyabet oranlarına baktık. Biz gizli diyabeti birkaç aşamada inceliyoruz. Birincisi açlık kan şekeri normal düzeyi biraz aşmış fakat diyabet değil, ikincisi tokluk şekeri yükselmiş normalin biraz üzerine çıkmış henüz diyabet değil, üçüncüsü de hem açlığı hem tokluğu normalin üzerine yükselmiş fakat henüz diyabet olmamış olan kişilerin oranı. Bunlara da baktığımız zaman birinci çalışmaya göre çok ciddi artış olduğunu gördük.


Prof. Dr. İlhan Satman


Hem açlığı hem tokluğu normalin üzerine yükselmiş ama henüz diyabet olmamış olanların oranları. Bunlara baktığımız zaman 1. çalışmaya oranla çok ciddi artışlar olduğunu gördük ve özellikle erkeklerde açlık glikozunun biraz daha belirgin şekilde yükseldiğini, kadınlarda ise muhtemelen hormonal nedenler ve şişmanlığın biraz daha fazla olması ile açıklayabiliriz bunu.


Toklukla ilgili gizli şekerin daha belirgin olduğunu gördük. Bilmemiz gereken şu, gizli diyabeti olan kişilerin 10 yıl izlediğiniz zaman %35 i şeker hastası oluyor. Bunlar için de en riskli olanlarda hem açlığı hem tokluğu yükselmiş olanlar. Onlar birkaç yıl için de %50 den fazla oranla önlem alınmazsa diyabetli oluyorlar. Bunun dışında tabi bölgelerle illerle ilgili ufak tefek farklılıklar var.


Genelde bahsettiğimiz gibi örneğin Türkiye’nin doğusundaki illerde diyabet farkı daha az. Sahil kesiminde ise daha fazla farkındalık, ne demek farkındalık? Bize bu çalışmaya katıldıkları zaman rastgele usulle belirlendi bir kısım kişi zaten diyabetti. Baştan sorduk, bilinen diyabetlerin oranı daha fazla söylediğim bölümlerde oysa doğu Anadolu da bilinen diyabetlerden daha da fazla yeni diyabetler gördük.


Eskiden çalışmada bilinen diyabetlerin oranı %68 yeni diyabetlerin yani bizim bulduklarımızın oranı %32 idi, oysa şimdi %54 e, % 46 ya yükselmiş durumda kabaca bulduğumuz şeyler bunlar. Çok sevindirici haber Sağlık Bakanlığı, Bakanımız bu konuya özel bir önem atfediyor. Geçen cumartesi günü hocam ve diğer gruptaki arkadaşlarla Bakanlığa davet edildik ve tam 4.5 saat süre ile benim ilk gün sunduğum sunumu, her bir slayt üzerinde tartışıldı.


Sağlık Bakanı ellerine Dünya Sağlık Örgütünün verilerini almış. Ama şu ülkede böyle, şu ülkede şöyle diye bunları enine boyuna tartıştık ve bir oda dolusu da bürokrat ve üst düzey karar verici pozisyondaki kişileri getirmişti. Sahip çıkmaları güzel.


Bunun için toplumda neler yapılması gerektiği konusunda bizlerin de fikirlerini alacaklarını söylemeleri güzeldi. Tabii toplumsal bazlı, özellikle gelecek nesillerde diyabetin önlenmesi, ondan önce obezitenin önlenmesi için gerçekten ciddi harekete geçmemiz lazım ve bu çocuğun evdeki yaşamından tutun da ilkokuldaki hareket alışkanlıkları,  sağlıklı beslenme kazandırılmasına kadar her bir aşamada  başlatılması lazım. Bunun meyvesini almak tabii uzun sürecek, ama bundan 30 yıl sonrasını da düşünmek zorundayız.

18.10.2010 - 2587



Uzmanlar ''Endokrinoloji Ve Metabolizma Hastalıkları Kongresinde'' Güncel Açıklamalar Yaptılar Konusunda Ziyaretçi Görüşleri

Meryem Tokmak dedi ki;
13.1.2011

İlgili Diğer Yazılar
Aşırı Stres Hormon Dengesini Bozuyor
Aşırı Stres Hormon Dengesini Bozuyor
Her Ay Tekrarlayan Migren Ağrılarına Dikkat!
Her Ay Tekrarlayan Migren Ağrılarına Dikkat!
Meme Kanseri Ameliyatsız Tedavi Edilebilir!
Meme Kanseri Ameliyatsız Tedavi Edilebilir!
Ailenizde Alzheimer Hastası Varsa Dikkat!
Ailenizde Alzheimer Hastası Varsa Dikkat!
Lazer Cildinizdeki Bütün Pürüzleri Tedavi Ediyor!
Lazer Cildinizdeki Bütün Pürüzleri Tedavi Ediyor!
Konuyla İlgili Sorular
İlgili Forum Konuları

SAĞLIK HABERLERİ Tüm Haberler Sağlık Haberleri Rss

FOTO GALERİ Tüm Foto Galeriler
Diş Fırçanızı Karanlık Yerde Tutuyorsanız Dikkat! Tehlike Saçıyor
Diş Fırçanızı Karanlık Yerde Tutuyorsanız Dikkat! Tehlike Saçıyor
Yumurtayı Pişirmeden Önce Yıkamak Ne Kadar Doğru?
Yumurtayı Pişirmeden Önce Yıkamak Ne Kadar Doğru?
Kan Lekeli Yumurta Yenir mi?
Kan Lekeli Yumurta Yenir mi?
Lahana Yapraklarını Göğsünüze Sarın, Faydası İnanılmaz
Lahana Yapraklarını Göğsünüze Sarın, Faydası İnanılmaz

SAĞLIK VİDEOLARI Tüm Videolar
Sağlık Video Göziçi İğne Nedir? Neden Yapılır? İzmir Kaşkaloğlu Göz Hastanesi
Göziçi İğne Nedir? Neden Yapılır? İzmir Kaşkaloğlu Göz Hastanesi
Sağlık Video Yakını Görememe ve Tedavisi İzmir Kaşkaloğlu Göz Hastanesi
Yakını Görememe ve Tedavisi İzmir Kaşkaloğlu Göz Hastanesi
Sağlık Video Botoks Nedir Kaşkaloğlu Göz Hastanesi
Botoks Nedir Kaşkaloğlu Göz Hastanesi
Sağlık Video Katarakt Ameliyat Sonrası Gözlük İzmir Kaşkaloğlu Göz Hastanesi
Katarakt Ameliyat Sonrası Gözlük İzmir Kaşkaloğlu Göz Hastanesi

 

[Hata Bildir]