Bir Tıp Öğrencisinin Hikayesi

Çocukken doktorculuk bir oyundu bizim için… Fakat şimdi tıp öğrencisi olup, o kocaman tıp kitaplarını okuyarak ciddi ciddi doktorluğun provasını yapıyoruz.

Bir Tıp Öğrencisinin Hikayesi

Ah canım şuna bakın ne şeker şey! Adın ne senin bakayım?


- Ayyşeeee…

- Ay yerim seniii… Kaç yaşındasın Ayşe?

- Döööört…

- Ooo.. Kocaman kızmışsın sen! Peki ne olucaksın ileride?

- Doktor olucammm!


Kim bilir yılda kaç kez tekrarlanıyordur bu minik diyalog değişik isimlerle… Defalarca da canlandırılıyordur bilumum evcilik oyunlarında. Tabii ailelerce de onaylanıyordur, ''Baksana bizimkisi doktor olucak teyzesi''


Etrafımdaki insanlarda da durum genelde böyle olmuş.


Tıp Öğrencileri İkiye Ayrılıyor


Hep ve en çok doktor olmayı isteyenler ile tercihlere aile fertlerinin akıl vermesiyle bir tane sıkıştırmış ve tesadüfen tıp tutturmuş olanlar. Aslında durum iki grup için de zor, çünkü herkes için ciddi bir hesaplaşma.


Fakültenin İlk Yılında Boğar İnsanın Zihnini, Hem de Aynı Soruyla: Neredeyim Ben?


Haklı bir sorudur bu. Çünkü her dönem, her ders yılı bir öncekinden bağımsız olarak yeniden sarsar, afallatır insanı. Afallama daha ilk günden başlar. Fakültenin ilk ayları gurur ve “çalışmalıyım” hissiyle doludur. Etrafta beyaz önlüklü ağabeyleri, ablaları görür sık sık kim olduğunuzu kendinize hatırlatırsınız.


Artık kenarında köşesinde doktor yazan en ufak obje bile kıymetlidir sizin için. Beyaz önlüğünüzü giymek için fırsat kollarken odanızda, çantanızda bu objeleri sallandırır, dikkat ediliyor mu diye etrafı kollarsınız. İlk dersler ilginçtir ve “çok zor bir iş yapıyorum ben” ciddiyetiyle takip edilir. Derslerdeki ilginç noktalar başka bölümlerde okuyan lise arkadaşlarıyla paylaşılır. Hatta kimi zaman bu hayretten alınan zevke karşı konulamayıp bire beş bin katılır. Popülarite tavan yapmıştır. Siz artık bambaşka bir noktadan halkı selamlayan, mühim bir şahsiyet olarak çevreye gülümsüyorsunuzdur.


Kütük Gibi Kitaplar Sıraya Dizilmiştir


Elbette her şey gibi bu mutlu günlerin de sonu gelecektir. Ortalıkta gerinen sayın doktorun, odasına veya kütüphaneye geçip masada “ufacık” kalma zamanı gelip çatmıştır. İlk sınavlar… Koca bir belirsizlik. Alışılmış lise sisteminden dünyalar kadar uzak. İlk uykusuzluklar, sayfalarca yazı, ezberlenecek bir dolu tablo, tanım, terim. Şunu da hatırlatmakta fayda var; ilk yıllar öyle bildiğimiz türden doktorluk değildir derslerde görülen.


İlk önce işin mutfağına girersiniz, yani laboratuvarlara. Biyokimya, mikrobiyoloji, moleküler biyoloji gibi. Hesaplar kitaplar, bir sürü upuzun mikroorganizma ismi, bir sürü enzim, reaksiyon… Bir de daha sözel dersler. Tarih, Türk dili ve edebiyatı ve tıp etiği mesela...


İlk seneyi alnınızın akıyla kapatırsanız ikinci ve hatta üçüncü yıl çok farklı değildir. (Bütünlemeden hiç bahsetmeyelim, o karabasan hangi fakültede olursanız olun aynı ne de olsa!) Yine klinikten biraz uzak, temel bilimler denilen derslerle geçer bu yıllar genellikle. Fakat tabii ki değişen ufak tefek şeyler vardır, derslerden ziyade sizinle ilgili. Öncelikle artık o “ben doktorum” diye kasılan kişi biraz biraz sinmiştir.


Çünkü siz o önlüğü üstünüzde taşıdıkça etraftan size sağlık soruları yağmaya başlamıştır. Yağsın hiç problem değil, zevkle cevaplarsınız, ah bir de cevapları bilseniz! İnsanlar sizi pek anlayamaz, üç yıldır bu işi okuyorsunuz ama halen ellerindeki ilacın ne olduğunu anlamak için sağını solunu okumanız gerekiyor. Nasıl iş bu! Artık “biz o dersi daha görmedik” demek de ağır gelmeye başlar ve siz ufak ufak çıkarırsınız üstünüzdeki önlüğü. Evet şimdi, o tepeden dünyayı izleyen adam aşağı inmiştir ama en azından sınav zamanı eskisi gibi top böceği şekline girmez masa başında.


Bu sorun iki yoldan biriyle çözülmüştür: Son üç gün kahve-abur cubur desteğiyle sabahlayarak notlar genellikle sınav salonundan çıkarken unutulmak üzere ezberleniyor ve böylece geri kalan zaman serbest kalıyordur; ya da düzenli çalışma oturtulmuş ve azar azar her gün okuyarak ders tamamlanıyordur.

Şimdi bi “oh” çeksek mi?


Ve Sonunda Beklenen Klinik Günleri Başlar…


Doktor önlüğü gönüllerde eski tahtına kavuşur. Zaten artık siz çıkarmak isteseniz de hocalarınız sizi beyaz kelebekler olarak görmek istiyordur. Ve artık önlüğün hakkını da vermek gerekmektedir. Poliklinikte hastalarla konuşur, fikir yürütür, onları muayene edersiniz. Hocanızın hasta yanında sorduğu soruyu bilemezseniz yerin dibine batar, bilirseniz kendinizi başasistan sanırsınız. Güzeldir bu adrenalin. Sadece artık sözlülerle artan sınav stresi ayrı bir boyut kazanmıştır. Vaka soruları çözer, teşhis koyar, tedavi önerirsiniz. Büyük ihtimalle sizi öğrenci psikolojisinden ayırıp gerçeği yüzünüze tokat gibi vuran da işte bu çözmeniz gereken vakalar olacaktır.


Şimdi burada kendi adıma bir virgül koymalıyım; çünkü halen beşinci sınıfta olduğum için apayrı değerlendirilmesi gereken altıncı sınıf yani “intörn”lükle ilgili fazla yorum yapmam doğru olmaz. Yalnız hepimizi ilk günden saran gerçek kabustan bahsedebilirim: TUS (Branşınızı ve hangi hastanede eğitime devam edeceğinizi belirleyen “Tıpta Uzmanlık Sınavı”). Kapıdan ayağını uzatmış; fakat sürece tam olarak girmemiş bir öğrenci olarak gözlemlediğim şey, en yorucu ve sıkışık zamanların altıncı sınıfta olduğu.


Poliklinik, acil, dershane, masa, yatak arasında gidip gelen bir grup önlüklü, saçı başı dağılmış, rengi solmuş, çok kilo vermiş veya çok almış genç insan, işte intörnler! Ama hele bir de TUS’ta ilk girişte istediğiniz yeri kazanırsanız… Allaaaah işte o zaman değmesin kimse keyfinize. Şampiyon, profesör ne derseniz deyin artık, oldu bu iş!


Mutlu son. Başladı ve bitti. Bitti mi? Bitmediii… Hani hep derler ya, doktorlar hayat boyu okur diye; bitmez. Bitemez. Uzmanlık, mecburi hizmet, doçentlik, profesörlük, devlet, özel, köy, şehir, yurtdışı git gel derken, bir yandan literatürü, bir yandan kaderin cilvelerini hababam okur öğrenirsiniz. Ve artık unvanınız objelerin üstünde değil isminizin önünde yazılıyken; ödülünüzü sertifikaların yerine size minnetle bakan hastalarınızın gözlerinde bulduğunuzda, geçen yılların size sunduğu güzelliği hazmedersiniz. İşte asıl o zaman içinize sinerek, “ben doktorum” dersiniz. Ne diyelim, darısı başımıza!


Buğu Usanma Koban

M.Ü. Tıp Fak. Öğrencisi


Herkese Sağlık Dergisi

31.8.2010 - 2043



İlgili Diğer Yazılar
Youtube etiket seçimi nasıl olmalıdır?
Youtube etiket seçimi nasıl olmalıdır?
Öğr. Gör. Özlem Karagöl: Entübasyondan korkmayın
Öğr. Gör. Özlem Karagöl: Entübasyondan korkmayın
Erzurum Şehir Hastanesi 1.5 yılda 1 milyon 250 bin hastaya hizmet verdi
Erzurum Şehir Hastanesi 1.5 yılda 1 milyon 250 bin hastaya hizmet verdi
Hareket problemleri oluşmadan tespit edilebilecek
Hareket problemleri oluşmadan tespit edilebilecek
Kurbanlık ile ilgili uzmanlardan uyarı
Kurbanlık ile ilgili uzmanlardan uyarı
Konuyla İlgili Sorular
İlgili Forum Konuları

SAĞLIK HABERLERİ Tüm Haberler Sağlık Haberleri Rss

FOTO GALERİ Tüm Foto Galeriler
Diş Fırçanızı Karanlık Yerde Tutuyorsanız Dikkat! Tehlike Saçıyor
Diş Fırçanızı Karanlık Yerde Tutuyorsanız Dikkat! Tehlike Saçıyor
Yumurtayı Pişirmeden Önce Yıkamak Ne Kadar Doğru?
Yumurtayı Pişirmeden Önce Yıkamak Ne Kadar Doğru?
Kan Lekeli Yumurta Yenir mi?
Kan Lekeli Yumurta Yenir mi?
Lahana Yapraklarını Göğsünüze Sarın, Faydası İnanılmaz
Lahana Yapraklarını Göğsünüze Sarın, Faydası İnanılmaz

SAĞLIK VİDEOLARI Tüm Videolar
Sağlık Video Göziçi İğne Nedir? Neden Yapılır? İzmir Kaşkaloğlu Göz Hastanesi
Göziçi İğne Nedir? Neden Yapılır? İzmir Kaşkaloğlu Göz Hastanesi
Sağlık Video Yakını Görememe ve Tedavisi İzmir Kaşkaloğlu Göz Hastanesi
Yakını Görememe ve Tedavisi İzmir Kaşkaloğlu Göz Hastanesi
Sağlık Video Botoks Nedir Kaşkaloğlu Göz Hastanesi
Botoks Nedir Kaşkaloğlu Göz Hastanesi
Sağlık Video Katarakt Ameliyat Sonrası Gözlük İzmir Kaşkaloğlu Göz Hastanesi
Katarakt Ameliyat Sonrası Gözlük İzmir Kaşkaloğlu Göz Hastanesi

 

[Hata Bildir]